11 Mayıs 2008 Pazar

Öykü Atölyesi- YALIN VE YILAN


Yalıngözler, yuvalarını Yunanlılardan kalma yıkık binanının oyuk taşları arasına yapmışlardı. Yıkılmadan önce, üç katlı olduğu anlaşılan; dış duvarları blok taşlardan oluşmuş ve şu anda çürümüş olan ahşap iç donanımlarından eser kalmayan bina, yalnızca bir kule görüntüsüne bürünmüştü. Duvarlarının oyulmuş taşları arası; sadece yalıngözlere değil serçeler, akrepler ve envai çeşit yaratığın, yavrularını büyütecek, yaşamlarını sürdürecek yuvalara dönüşmüştü.


Çanakkale yolundan ayrılıp Yenifoça'ya giden yol üzerindeki Gencelli köyünde; kayınpederimin satın alıp, yaşantısının devamını geçirmeyi planladığı üç dönümlük arazi üzerinde yaptığı yalın, sade köy evinin hemen yanında, yıllara meydan okurcasına dimdik hala ayakta durmaktaydı.


Kimbilir ne sevdalar, ne hüzünler yaşanmıştı bir zamanlar. Şimdi ise börtü böceğe ev sahipliği yapmaktaydı. Oyuklardan birisinde yuva yapmış olan anne, baba ve iki küçük yavrudan oluşan serçe ailesini izlemek se; pek hoştu. Sabahları anne (ya da baba kuş) yavrularına yiyecek bulmak için erkenden yuvadan ayrılır, bir müddet sonra ağzı yiyeceklerle dolu olarak geldiğinde; taşlar arasındaki yuvadan uzanan iki kocaman sarı gaga çığlık, çığlığa dışarı uzanır; sanki '' önce bana ver, önce bana ver'' dermişcesine bağrışmaya başlarlardı. Kimi zaman yeni sürülmüş tarlaların toprakları arasından dışarı çıkmış bir solucan, kimi zaman da başaklarından yerlere dökülmüş tahıl tanelerini ağızlarında eriterek beslerlerdi, bir çift sarı gagalı yavruyu.


O sabah erkenden uyanmış, önce süzgeçli kova ile maydonoz ve dereotu fidelerini sulamıştım. Az sonra domates ve biberleri sulamak için emektar, koca pancar motorunun hortumunu ana arıklardan birine yerleştirmiştim ki; komşumuzun 8-10 yaşlarındaki oğlu Mustafa bir yandan ''yılan!!!, Kamil amca yılan var!!!'' diye bağırıyor, bir yandan da 50 metre ilerdeki evlerine koştururken babasına sesleniyordu; ''Babaaaa, babaa koş kulenin tepesinde yılan var!!!''. Elimdekileri bırakıp hemen koşturdum. Yanındaki dut ağacının dalları taş binanın duvarlarının en üstüne kadar uzanmaktaydı. Dallara tırmanarak kulenin en üstüne çıkan 3 metre boyundaki bir yılan, kuyruğu ile taşlardan birisine tutunmuş aşağıya, oyuklara doğru sarkmaya başlamıştı. Önce yalıngözlerin yuvasına doğru yöneldi ama, düzduvarda rahatlıkla gezinebilen bir kertenkele cinsi olduklarından hepsi birden bir anda dağılıp yılanın hışmından kurtulmayı başardılar. Ama biraz daha aşağıya sarkmaya başlıyan yılan, anne babaları yemek aramaya gitmiş olan serçelerin yuvasına doğru uzandı. Tüm bunlar olurken Mustafa eve ulaşmış, babasına heberi yetiştirmişti. Babası(Cemal) evdeki av tüfeğini kaptığı gibi yalınayak dışarı fırlamış, bizim oraya doğru koşturmaya başlamıştı. Yılan sa hiç vakit kaybetmemiş, ani bir hareketle henüz uçmayı öğrenememiş olan serçe yavrularından birisini kaptığı gibi yutmuştu ; kendisini tekrar yukarıya çekmeye çalışıyordu ki; bir patlama sesi duyuldu! Cemalin tüfeğinden çıkan saçmalar tam kafasına isabet etmişti yılanın. Tutunduğu yerden kayıp yere düştü. Bütün bunlar çok kısa süre içinde olup bittiğinden; yılanın yanına gittiğimizde yuttuğu yavrunun içinde hala hareket ettiğini farkettik ve hemen bir bıçak bulup yılanın gövdesini yardık. Gerçektende yavru hala yaşıyordu. İncitmemeye çalışarak avuçlarımın içine aldığımda korkudan kalbinin yerinden çıkacakmış gibi attığını farkettim. Bu sırada diğer yavrunun çığlıklarını duyan anne ve baba yuvaya dönmüşler ve bir yandan kayıp yavrunun nerede olduğunu anlamaya çalışırken, bir yandan da telaş içerisinde bağrışıyorlardı.


Merdiveni dayayıp onu yuvasına koymak üzere yukarı tırmanmaya başladığımda ise elimdeki yavruyu farkedip sevinçle başımın etrafında dönmeye başladılar.

Öykü Atölyesi



Hiç yorum yok: